steampunk heart

Anadolu’nun Kuzeyindeki Gas’lar – 10 Mart 1984

Anadolu'nun Kuzeyindeki Gas'lar
10 Mart 1984

İsa’dan önce 1300’lerde Kuzey Anadolu’da yaşayan Gas (Kas’ların) Türk asıllı olduğu kesinlik kazanmış, böylece Türklerin Anadolu’ya 1071’den çok önce geldikleri doğrulanmıştır. Atatürk’ün amacı da buydu, kurumlarını bu araştırmalar için kurmuştu.

Prof. Dr. VECİHE HATİBOĞLU

Eti kaynaklarından öğrendiğimize göre, İsa’dan önce 1300 yıllarında, Anadolu’nun kuzeyinde Gas’lar yaşıyordu. Eti (Hitit, Hatti) Kralı III. Hattuşil, bıraktığı çivi yazılı tabletlerde, Gas’larla yaptığı savaşı kazandığını, aralarında anlaşmalar düzenlendiğini övünçle anlatmaktadır. Ancak Eti Kralı III. Hattuşil, devletinin başkenti olan Boğazköy yöresindeki Hattuşaş’ın çevresini surlarla çevirmekten de geri kalmamıştır. Kısaca, Gas’ların, savaşçı bir kavim oldukları, daha doğrusu, çevrelerindeki baskılara karşı, yaşamalarını sürdürebilmek için, çok kez savaşmak zorunda kaldıkları, sonraki kaynaklardan da anlaşılmaktadır. Gas’ların merkezi Kastamonu kentiydi. Hatta Kastamonu adının “Gas” sözcüğünden geldiği de ileri sürülmektedir. “Kastamonu” sözcüğünün ilk hecesindeki “Kas” bölümünün “k-” sesiyle başlaması, o dönemlerde de “Gas” sözcüğüne uygun düşürülmüş, yadırganmamıştır. Kastamonu adının “Gas” sözcüğünden gelip gelmediği, ayrıca incelenebilir. Ancak Gas’ların Kas’larla aynı soydan geldikleri kesindir ve “Gas” sözcüğü, “Kas” sözcüğünün lehçelere göre bir değişimidir.

İsa’dan önce, on yedinci ve onuncu (İ.Ö. XVII-X) yüzyıllar arasında, Mezopotamya’da, Babil’de, III. Babil hanedanını kurtararak, Osmanlı hanedanı süresine eş aralıksız, altı yüzyıl, Babil tahtına güçlü krallarını yerleştiren Kas’ların, Türk asıllı olduklarını belgelerle, kendi Türkçeleriyle ispatlamıştım. Türk tarihi için, dünya tarihi için çok önemli olan bu konuyu, 1 Mart 1978 tarihli Cumhuriyet gazetesinde ilk kez yayınlamıştım. Daha sonra, değerbilir Basın Yayın Genel Müdürlüğü, 15 Nisan 1983 tarihli News Post gazetesinde, İngilizce, Fransızca, Almanca, Arapça olarak, bu yazımı, bu araştırma ve buluşumu, kökenleri bilinmeyen Kasların Türk asıllı olduklarını, bütün dünyaya duyurmuştu.

Kas hanedanını kuran Gandaş’tır. “Gandaş” sözcüğü bilinen “kandaş”tır. Sözcük daha o çağlarda bilinçle kullanılmıştır. Kas kralları, kendilerine akraba olduklarını bilerek söyledikleri Sümer’lerin dilini canlandırmaya çalışmışlardır (1). Kas bilim adamları Sümerce üzerinde incelenmeler yapmıştı.

Ayrıca, yine kendilerine yakın saydıkları Eti’lerin (Hatti’lerin) dillerinden de yararlanmışlardır. Bilinçle, özenle kullandıkları Türkçe bakımından Kas krallarının adları, adların yapıları, kuruluşları, değer biçilmez ölçüdedir. Bu adların bazılarının örnek olarak açıklanması, o çağlarda Anadolu’daki Gas’ların varlığını bütünlemekte yardımcı olacaktır. Böyle bir Kas krallığı yalnız değildir, büyük bir bütünün parçasıdır. Kas krallarının adları şöyledir: Gandaş (Kan-daş), Agum (Ağam), Kaştiliaş (Kas tilli, dilli), Ulanıpuriaş (Ala börü, ya da Kurt oğlu, börü oğlanı), Karaindaş (Kara İn mağarasından olan, yurttaş gibi), Kadaşman Enlil (Tanrı Enlil’in akrabası ka-daş = kapudaş, akraba), Karakardaş (kara kardaş), Ussi (uslu, akıllı), Kudur Enlil (Tanrı Enlil’in gücü) ve benzeri öz Türkçe, güzel sözcüklerle, Kas metinleri sürüp gitmektedir. Dilbilimi yönünden de ayrıca değerlendirilmelidir.

Kas kral adlarından, Kas Türkçesinden çıkarılacak, sonuçlar, dil bilimi bakımından da çok önemlidir. Kas kral hanedanı kurucusunun adının “Kandaş” olmayıp “Gandaş” olması, sözcüklerin öncesindeki “g/k=” değişiminin çok eskilere dayandığını göstermektedir. Bugün Anadolu’da “kardeş” yerine “gardaş” “kılmak” yerine “gılmak”, “kalmak” yerine “galmak” biçimleri yaygın olarak kullanılmaktadır. Ünlü “Kılgamış” destanı daha o çağlarda “Gılgamış” olarak da kullanılmıştır.

Bu bakımdan Kuzey Anadolu’daki Gas’lara kolaylıkla Kas’lar denilebilir. Kaldı ki, kaynaklar bu biçimi de eklerle kullanmışlardır. Bugün de aynı kavim kaynaklarda da “Gas, Gasga” biçimlerinde geçtiği gibi, “Kaşga, Kaşka, Gaşga” biçimlerinde de geçmektedir. Sözcüklerin ikinci hecelerindeki “-g” ve “-ka” eki, köke mensubiyet anlamı getirmektedir. Yine sözcüklerdeki “s-/-ş-” değişimleri de örneklere ve kurallara uygundur. Gas’lara, “Kaşga” denildiği gibi, Mezopotamya’daki Kas’lara da “Kaş, Kaşu” deniyordu. Kas kralının adında görülen “Kaştiliaş = Kas dilli” örneğinde gözlendiği gibi, İran’daki ünlü “Sus” kenti de zamanla “Şuş” olmuştur. Bu tür ses değişimleri Türkçede olduğu gibi, Sami, Hint-Avrupa dillerinde de oldukça sık görülür. Arap’ların, Türk’lerin “selam” biçiminde kullandıkları sözcüğe İsrailliler “şalom” demektedirler. Bütün bu tanıklardan ve kanıtlardan sonra, eskilerden bu günlere kadar gelebilen, İran Körfezi kıyılarında yaşayan “Kaşga, Kaşkay” adlı bir kavmin varlığını da değerlendirebilir ve gözlemlerimize katabiliriz (2). Bunlar da Türk asıllıdır. Kendilerinin, Oğuz’ların Akkoyunlu boyundan geldiklerini söylerler. Kaşka’ları İran Körfezi kıyılarına, XV. yüzyılda Şah İsmail yerleştirmiştir. Daha önceleri Kuzey Mezopotamya’da, Erdebil yörelerinde yaşıyorlardı. Bu yörelerde “Kasit” denen Türkçe, Türkçe olduğu bilinmeden, İsa’dan önce XVII. yüzyıldan, X.yüzyıla değin yaşamıştı. (Bazı yerli, yabancı ansiklopediler ve eski çağ tarihleri). İran Körfezi’nin kıyılarında yaşayan Kaşga’ların dillerinin de bu yörelerde konuşulan bir tür Azeri lehçesi olduğu bilinmektedir.

Aynı topluluk için kullanılan, ”’Kaşgay” sözcüğü de “-y” ile genişletilmiş bir biçimdir.

Kaşga’lar ya da Kaşgay’lar aralarında elli boya ayrılmışlardır. Bu boyların adları’ ‘Şeş Bölüğü” biçimininde, yarı Farsça, yarı Türkçe olduğu gibi, bazıları da Kaşga’ların kökenini belirtecek niteliktedir: “Kas Kulu” boyunun adı gibi.

Görülüyor ki, İran Körfezi kıyılarında yaşayan Kaşga’ların adı ile İsa’dan önce 1300 yıllarında Kastamonu’da yaşamış olan Gasga’ların adları arasında, kök ve ek bakımından biçim birliği vardır.

Kuzey Anadolu’da, “Gas, Gasga, Gaşga, Kaşka” adları ile yaşamış olan Gas’lar (3), Eti’lerin yıkılmasından sonra, Bizans çağlarında da varlıklarını korumuşlardır. Bizans’lılar da Kastamonu’ya gelip Gas’larla uğraşmışlar, savaşmışlardır.

Bütün bu açıklamalara göre İsa’dan önce 1300 yıllarında, Kuzey Anadolu’da yaşayan Gas’ların Türk asıllı oldukları kesinlik kazanır. Kastamonu, Samsun, Sinop, Ordu belki de Trabzon yörelerinde yapılacak arkeoloji araştırmaları Eti’lerin ve başkalarının bıraktıkları çivi yazılı tabletlerin incelenmesi, Bizans tarihinde Türk’lere ve değişik adlarla geçen Türk asıllı boylara ait illerin değerlendirilmesi, Anadolu tarihinin, hatta dünya tarihinin karanlık yönlerini aydınlatacak, çözülemez gibi görünen, bazı tarih ve dil sorunlarını da çözecektir.

Gas ‘ların Türk asıllı olduklarının açıklanması ile, Mezopotamya’ya inen Kas Türk’lerinin bir bölümünün de Anadolu’ya yerleşip kaldıkları anlaşılmaktadır.

Bu duruma göre, İsa’dan sonra 1070 yılında Malazgirt Zaferi ile Oğuz’ların Anadolu’ya girişleri, Türk’lerin en az üçüncü kez Anadolu ‘ya gelişleridir denebilir. Önce Sümer’ler, sonra Proto-Hatti’ler, Kas’lar, Gas’lar, Selçuklu’lar, Osmanlı’lar Anadolu’ya gelip geçen ya da yerleşip kalan Türk ‘lerdir.

Görülüyor ki, Atatürk’ün amaçları, aradan kırk yıl geçtikten sonra, planladığı biçimde kurduğu fakülte, bölüm ve kurumların yardımıyla yetiştirdiği uzmanlarca bir bir gerçekleşmektedir. Bu amaçlardan en önemlisi, dünyanın en eski uygar kavmi olan Sümer’lerin Türk asıllı olduğunun yine Türk’lerce ispatlanmış olmasıdır. Atatürk’ün öteki amaçlarından biri de Türk’lerin, Anadolu’ya 1070’deki Malazgirt Savaşı’ndan çok önce, eski çağlarda gelmiş olduklarının ortaya çıkarılmasıdır. Atatürk bu amaçlarını görünür bir biçimde somutlaştırmak için kurduğu bankalara Sümer Bank, Eti Bank adlarını vermiştir.

Bu duruma göre, Türk Tarihi Mezopotamya’da Sümer Tarihi ile başlar, Kas Tarihi ile yenilenir, Asya’da çeşitli Türk devletleri ile güçlenir, Anadolu’da, Gas, Proto-Hatti, Selçuk, Osmanlı ve Yeni Türkiye Tarihi ile de tükenmez zamanın sonuna dek sürüp gider.

Araştırmalar, ortaya çıkan gerçekleri, Atatürk’ün “asla şüphem yoktur ki, Türk’ün unutulmuş tarihi vasfı…” sözleriyle başlayan, uzağı görmekteki büyük gücünü, Türklüğe güvenini, inancının sağlamlığını, bir kez daha dünyanın gözleri önüne serdiği gibi, bilim adına da coşku vericidir.

_______________

1) “Kas”lar hakkında bazı ansiklopedi ve tarihlerin, bazı Batı kaynaklarından alıp, olduğu gibi aktardıkları yargılar, bilim tarihi bakımından çok acıklıdır. Bunlardan biri, şöyledir; “Kassit’ler veya Kas’lar. İ.Ö. XVI. yy. 1680 ile 1160 arasında Zağras dağlarından güneye inerek, Mezopotamya’da devlet kuran, dağ kavmi. Kassit tahtına geçen kralların önemli bir faaliyeti görülmez.” Devlet kurmuşlar, 600 yıl Mezopotamya’ya egemen olmuşlar… Tarihteki bütün kavimlerin dağlardan aşıp ovalara yerleştikleri düşünülürse, bütün kavimler, “dağ kavmidir.” Kaldı ki, Kas’ların, Türklere, dünya tarihine geçen emekleri, Babil’deki uygarlıkları çok büyüktür.

2) Atı ve arabayı Mezopotamya’ya getirmiş olan Kas’lar, atçılıkta çok ileri gitmişlerdi, her atın türüne göre adı vardı. “Kaşkay” adının kaynaklarda “alnı beyazlı at” anlamından geldiği yazılmaktadır. “Kaşkay” , “Kas-i at” anlamında da kullanılmış olabilir. Kaynaklarda “Kas-i Kumuk” gibi boy adı da vardır. Kısaca” Kaşkay /Kaşgay” sözcüğü, “Kas’a mensubiyet” anlamı taşır.

3) İsa’dan sonra, VI. yüzyılda, İran, Arap ve Bizans’larla bazen anlaşan, çok kez savaşan, Güney Arabistan Yarımadası’ndaki yerlerini bırakıp, Kuzey Sürye’ye doğru göç eden ve kökenleri belli olmayan Gassani’ler de (Gass-an-i) Gas’larla ilgili olabilir.