Dilimize Gerçekçi Bakış
27 Mayıs 1989
Dilimize Gerçekçi Bakış
Atatürk, Prof. Fritz Hommel’ in “Sümerce, Türkçedir” görüşünü hemen benimsemiş. Türk’lerin ilkçağda kurdukları devletlere gönülden inandığı için, konuyu bilimsel olarak dünyaya duyurmak yollarını aramış ve bulmuştur. Atatürk, Türk Tarih Kurumu’ nu, Türk Dil Kurumu’nu, Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesini kurarak tarih, dil ve özellikle Sümerce, Etice, Türkçe konularında gençler yetiştirilmesini sağlamıştır.
Prof. Dr. VEHİCE HATİBOĞLU
Türkçenin üstünlüğü: Türkçenin dillere üstünlüğü eskiliğinden, ilk yazılı dil oluşundan, yapısının kurallarının insan mantığına yakınlığından, her çağda, sözcük kökünün, ekinin aslını gösteren saydamlığından kaynaklanır. Türkçenin söz diziminde (syntaxe’ da) anlatım kolaylığı, anlam yoğunluğu, şiirde olduğu gibi, birbirine uygun düşen, derinden, tarihten süzülüp gelen seslerle, ezgili ikilemelerle, deyimlerle, keskin vurgulu pekiştirmelerle, ünlü, ünsüz uyumları ile ses bakımlarından da desteklenir, güçlendirilir.
Türkçe-Sümerce bağlantısı
Türkçenin en eski dil oluşu, tarih bakımından Sümerceye dayanır. Bugün artık 5.500 yılın getirdiği “Sümerce Sorunu” çözülmüş, kanıtları, belgeleri açıklanmıştır. Burada, Türkçe ile Sümerce arasındaki bağlantıyı, birliği gösteren gerçekleri gözler önüne sermek için başlıca temel özellikleri örnekleriyle açıklamak gerekmektedir: Sümerce, Türkçe gibi yapı bakımından bitişken (=agglutinant) ve Asya kaynaklı (Asianique) bir dildir. Sümercede, Türkçede olduğu gibi ünlü uyumu da vardır ve ad durumu da (Casus) eklerle sağlanır. Sümerce de Türkçe gibi, anlam yoğunluğunu, kısa anlatımla sağladığı için her iki dil de, Batılılarca “expressif” dil niteliği ile belirtilmiştir. Sümerce ile Türkçe arasındaki bütün bu ortak özellikler, yetmiş yıldan beri, birçok Asya ve Avrupa dilleriyle karşılaştırılmış, uyumlu sonuçlar alınamamış, Sümercenin köken sorunu, Türkçe dışında, çözülememiştir. Sümerce ile Türkçe arasındaki ortak özelliklerin en önemlisi sözcük hazinesinin birliği kökendeki bağlantısıdır. Bu tür sözcüklerin birkaçının görünen kökenlerini de burada açıklamakta büyük yarar vardır: Sümercede “dingir” sözcüğü, “=Allah=Tanrı” anlamında, Kasçada (1), Eticede (=Hititçede) (2) aynı çiviyazılı biçimde aynı anlamda kullanılmıştır. Sümercedeki “dingir” sözcüğü, eski ve yeni bütün Türk lehçelerinde, “dingir> tingir> tengir> tengri Tenri” değişimlerinden geçerek, “Tenri” biçimi bugün de Türk lehçelerinde “Allah” anlamında kullanılmaktadır. Türkiye Türkçesinde ise, aynı “Tengri” sözcüğü, içindeki “ fig-“ seslerinin etkisiyle, ince ünlüleri kalınlaşarak “Taňrı> Tanrı” olmuş, Yakutçada ise Tangara (3) biçimini almıştır. Sümercedeki “ad, adda” biçimlerinde “ced , ecdat, baba” anlamında kullanılan sözcükler, Türkiye Türkçesinde ve bütün öteki Türk lehçelerinde aynı anlamda “ata” biçimiyle geçer. Ayrıca “temel baba, en eski baba” anlamında kullanılan “Urbaba” ve “hayat veren baba” anlamında “Zababa” birleşik sözcükleri de, genellikle “ata” kavramı verir.
Sümercede “ama”, “ana ve kadın” anlamında geçer, Türkiye Türkçesinde ve bütün Türk lehçelerinde, genellikle “ana” biçimiyle kullanılır ve “anne” anlamı verir. Yakutçada, Çuvaşçada “ana” sözcüğü “kadın” anlamında da kullanılır.”Ama” sözcüğü ile kurulan ve tarihe ün salan “Amazon=ama + zon” sözcüğü de“güçlü kadın, iri kadın” anlamlarını verir. Sümercedeki “ab,e” sözcüklerinden “ab” sözcüğü de “eb” biçiminde Orhun ve Uygur lehçelerinde “ev” anlamında geçer. Sözcüklerin ses değişimi şöyledir: ab>eb>ev>e. Görülüyor ki, Sümercede, sözcüğün en eski biçimi ile en yeni biçimi yan yana kullanılmıştır. Sümercede “e dingirra” (=e+dingir-ra) “Tanrı evi, mabed, tapınak” demektir. Bütün Türk lehçelerinde ise sözcük, ara değişimdeki “ev” biçimiyle kullanılır.
Sümercede “ka” sözcüğü, “kapı, ağız, akraba” (4) anlamlarında geçer. Bağdat yöresindeki
Babil’in eski adı olan Sümerce “ ka dingirra” (ka + dingir-ra) tamlaması “Tanrı kapısı” anlamında kullanılmıştır. “Akad” lar da bu tamlamayı kendi dillerine çevirerek (bab + ilu> bab+il) biçiminde bir tamlama ile yine “Tanrı kapısı” anlamında “Babil” olarak tarihe geçirmişlerdir. “Ka” sözcüğü Sümer’lerin yakın komşuları ve akrabaları Kas’larda “-daş” ekiyle birleştirilerek “Kadaş” (Ka-daş) biçiminde, “aynı kapıdan gelenler, akraba” anlamlarında kullanılmıştır: “Kadaşman Durgu =Akraba, Dursun” gibi.
Sümercede “a” sözcüğü, “ağa” demektir. Ayrıca “aga” sözcüğü de kullanılır ve bir “ asker sınıfı” anlamını verir, tıpkı Türkiye Türkçesindeki “asker ağa” gibi. Aslında “aga” sözcüğünün “a” oluşu Türkiye Türkçesindeki ses değişimi evrelerinin aynıdır:(aga>ağa>a). Sümercede bir başka “a” sözcüğü, “su” anlamında kullanılmıştır. Bu sözcük de, aslından kalan en son biçimdir, tıpkı “aga” sözcüğünde olduğu gibi. Bu kez “su” anlamındaki “a” sözcüğünün aslı “ıg” dır. Sözcükte görülen “-g-“ sesi, Türkiye Türkçesinde ve kimi Türk lehçelerinde çok kolay aşınan bir sestir ve yanındaki dar ünlüyü açar. “ıg” (5) sözcüğü, arkaik olarak Anadolu’ da birkaç sözcükte kalmıştır: Iğdır ovası (Ig-dır), “sulak ova” anlamında kullanılmıştır. Niğde’deki “Iglara/Ihlara Ig-lar’ a vadisi=sular vadisi” demektir. Anadolu’ da “ıgal toprak” (ıg-al) “rutubetli toprak” anlamını verir + “ağlamak” anlamındaki sözcük de aynı “ıg” kökünden türemiştir. “Ig-la-mak> ag-la>ağ-la-mak”, “ağlamak” gibi. Sümercede “su” anlamında bir de “şıv” sözcüğü de vardır ki, Türkiye Türkçesindeki “suv-ar-mak” eyleminin oluşumunu da açıklar. Sümercedeki “ditilla= di+til-la”, “Sözcük listesi, lugat sözlük demektir. Tıpkı “sözlük” biçiminde kurulmuş ve aynı anlamı veren birleşik bir sözcüktür “di”, “dimek/de-mek” eyleminin aslıdır. Sümercede “til” sözcüğü ise bilinen “dil” sözcüğüdür. “-la” ise, sözlük’teki “-lük” eki görevindedir.
Açıklanan önemli sözcüklerden birkaçı, Sümercedeki pek çok sözcüğün bugünkü Türkçe ile bağlantısı kurulabileceğini göstermektedir. Hatta bu tür örnekler Türkçede kökeni açıklanamayan pek çok sözcüğün aslını aydınlatabilir. Sümercede “ku” ses demektir. Türkçedeki “ku-lak” sözcüğünde bu kök görülür. Ayrıca Sümercedeki “yan+ku”, “yankı” sözcüğünü de vermiştir ki “dönem ses” demektir. Sümercedeki “ay”, gökteki aydır.
“Sümer” sözcüğünün aslı ise pek çok tarih düğümünü çözer. Asya’ nın kuzeyinden güneyine İnen Subar’ lar, Subartular Subarlı’ lar, Subari’ ler, Sulubarlar, Sabir’ ler, Sibir’ ler hepsi de aynı “su adamları”ya da “sulardan gelenler” anlamlarını veren “Sub-ar”sözcüğünün değişik biçimleridir. Son biçim “-b-/-m-“seslerinin değişimi ile “Subar”, “Sumar” olmuştur. Sonra da sözcüğün içindeki ünsüzlerin etkisi ile kalın ünlüleri incelmiş, sözcük, “Sümer, biçimini almıştır. Sümer kültürü, elektrikle çalışan tesisler dışında, çağımızın bütün konularının, kuruluşlarının aslına sahiptir. Bu bakımdan dünya kültürünün ilk kaynağı Sümer kültürüdür. İlk kez yazıyı Sümerler kullanmıştır, okul, öğretmen, edebiyat, destan, dil tespitleri, din, tapınak, rahip, rahibe, tarih, ziraat, ticaret, sanat, müzik,saz,resim, heykel, mimarlık, sanayi, astronomi, matematik, kanunlar, cezalar, yazıcılar, savaşçılar, kadın erkek hakları, aile birliği ve töreleri, hayvan yetiştirme yöntemleri, İlaç ve hekimlik gibi her türlü kültür konusu ilk kez “Sümer” lerde görülür. Böyle bir kaynağa sahip olan Türk asıllı kavimler, dünya kültüründe öncü, ilk kaynak sayılmalıdır. Sümercenin Türkçe olduğunu, ilk kez 1910’da Alman Prof.Fritz Hommel, iki yüz Sümerce Türkçe sözcüğü karşılaştırarak belirtmiştir.
Sonuç
Atatürk, Prof. Fritz Hommel’in “Sümerce, Türkçedir” görüşünü hemen benimsemiş. Türklerin ilkçağda kurdukları devletlere gönülden inandığı için, konuyu bilimsel olarak dünyaya duyurmak yollarını aramış ve bulmuştur. Türk Tarih Kurumu’nu, Türk Dil Kurumu’nu, Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesini kurarak, tarih, dil ve özellikle Sümerce, Etice, Türkçe konularında gençler yetiştirilmesini istemiş, sonunda amaca ulaşılmıştır. Aradan elli yıl geçtikten sonra Irak’ta (Mezopotamya’da) dört bin-iki bin yılları arasında devlet kurmuş olan Sümer’lerin, komşuları Kas’ların Türk asıllı oldukları belirlenmiş, özellikle göç konusunda bilinen sınırlar aşılmış, Kuzey Asya’dan inen Türklerin bir kolunun da “Kus/Kuş” kavmi adı altında Hindistan’ın kuzeyine (Hind-i Kuş’a) yerleştikleri oradan da, İran’ı, Suriye’yi geçerek Anadolu’da Eti (Hitit) uygarlığını kurdukları anlaşılmıştır.
Ayrıca Kuş kavminin bir kolu Afrika’ya geçmiş, Nil’in güneyinde “Kus/Kuş” devletini kurmuş, Mısır Fıravunlarının uygarlığında iz bırakmışlardır. Sudan ve Somali halklarının önemli bölümü, Berberiler, Türk kavimleridir. Öyle ki, bu yörelerde oturan, geleneklerini, göreneklerini koruyan ve olgun davranışları ile çevrelerinden ayrıldıkları için kendilerine “Afrika’nın Efendileri” denen Tuvarek’ler de Türk asıllıdır.“Tuvarek” sözcüğü, “Türk” sözcüğünün Arapça bir çoğul biçimidir. Eski ve doğru biçimi “Tevarik”tir. Tuvarek’lerin önemli bir özellikleri, iki dilli oluşlarıdır. Biri çevreleri ile ilişki kurarken kullandıkları Afrika Arapçasının bir lehçesi, öteki de kendi aralarında kullandıkları dildir. Bu dil, göç ettikleri yerden Afrika’ya getirdikleri dil olduğu için, Türk Tarihi, Türk dili üzerinde yapılan araştırmalar için çok önemlidir. Belki de bu dil, Eti’lerin “Naşili” denen dilidir; ya da eskiden kalma bir Türk lehçesidir. Görülüyor ki Atatürk’ün yüce düşünceleri, üstün beklentileri birer birer gerçekleşmektedir. Atatürk, bütün bunları dehasının sezgileri ile değerlendirdiği için, Türklerin geçmişlerini, güçlerini, göçlerini bilim verileri ile de pekiştirerek, tarih çalışmalarının başında bir de büyük göçleri anlatan yayınlar yaptırmıştır. Atatürk’ün Türk Tarihine, Türk diline verdiği büyük önem, tarihin, dilin güçlenmek için dayanmak, dayanışmak için çok değerli kaynak olduğunu bilmesinden, Türklerin varlıklarını sürdürmek bakımından gizli silahları sayılan tarih ve dil bilinci ile her çağda güçlü devlet kuracaklarına inanmasındandır.
Atatürk, 1932 yılında Türk Dil Kurumu’nu kurarken, tüzüğün amaç maddesinde, düşüncelerini, yüce özlemini şöyle özetlemiştir: “Türk dilinin öz güzelliğini ve zenginliğini meydana çıkarmak, dünya dilleri arasında değerine yakışır yüksekliğe eriştirmektir.”
Büyük önder Atatürk’ün, Türk Dil Kurumu’nun tüzüğündeki amaç maddesinde belirttiğinin ışığında yapılan araştırmalarda, “Türk dilinin öz güzelliğini ve zenginliğini ortaya çıkarmak” için, Asya’dan Amerika’ya değin uzanmak gerekmektedir: İsa’dan önce, iki bin yılındaki Eti’-cede (Hitit’çede), “söylemek, demek” anlamındaki “ti-“ sözcüğü ile Sümercede aynı anlamda geçen “di” sözcüğü “te-mek” biçiminde, İsa’dan sonra sekizinci yüzyılda, Uygurcaya nasıl ulaştıya da Eti’cedeki “aıs”sözcüğünün Orhun yazıtlarında “agız = ağız” biçiminde ve anlamında kullanıldığını nasıl açıklayabiliriz. Bu olgular gibi, İsa’dan önce, yine yaklaşık iki bin yıllarında,Irak’ta hüküm süren Kas’lar (Kassites) “Guz” ( =Oğuz) kavim adını kullanırken, Güney Amerika’daki Kızılderili’ler, Aztek’ler (Az + tek’ ler), Huaztek’ler (Hu + Az + tek Kud + Az + tek’ler),“Türkmen” sözcüğünde olduğu gibi, “Guzmen” (Guz + men) sözcüğünü soy, kavim adı olarak nasıl almışlardır….”
Bütün bu örnekler ve benzerleriyle, Doğu Asya’dan Güney Amerika’ya değin geniş alanda yaygın bulunan en eski (arkaik) sözcüklerle “zengin” Türkçenin varlığı belirmekte, “dünya dilleri arasında değerine yakışır yüksekliğe”de, ilk yazılı dil olma onurunu taşıyan Sümercenin Türk asıllı olduğunun ispatlanması ile erişilmekte, çağımız Türk aydınlarının, sanatçılarının günden güne güzelleşen, özleşen yazıları ile, ölümsüz Atatürk’ün özlediği doruğa adım adım yaklaşılmaktadır. Bugün 27 Mayıs’ı Atatürk’ün bu gerçekçiliğiyle anmak istedim.
1) Kasça, İsa’dan önce, bin yedi yüz yıllarında, Bağdat yöresinde hükümet kuran ve yedi yüz yıl Irak’a egemen olan Türk asıllı Kas’ları ( Kassites’lerin ) dilidir. Kökenleri bilinmeyen Kas’ların Türk asıllı oldukları, 1978 yılında tarafımdan açıklanmıştı. Bu açıklamayı, Basın Yayın Genel Müdürlüğü 15 Nisan 1983’te İngilizce, Almanca, Fransızca, Arapça olarak yayımladığı Newspot dergisinde bütün dünyaya duyurmuştu.
2) Eticenin de Türk asıllı “Kus/Kuş”kavminin kullandığı eski Farsça olduğunu açıklamıştım.
3) Aynı sözcüğün, aynı “Allah” anlamında, Amerikan adalarının yerli dillerinde “Tangara” biçiminde kullanılması çok önemlidir.
4) Amerika’daki, yerli kavimler sayılan Kızılderili’lerin Asya’dan geçtikleri bilinmektedir. Kızılderililerin Türk asıllı oldukları da yerli ve yabancı kaynaklarda belirtilmiştir. Gerçekten Amerika’da pek çok, dağ, tepe, ırmak, köy, kent, ülke adları gibi özel adlar incelenince yüzlerce Türk asıllı sözcüğün varlığı ortaya çıkar. Bunlar arasında herkesçe belirgin olanlar And dağları, Maya Tepek “Maya Tepesi” ve “İnka” gibi adlardır.”İnka” İmparatorluğunu kuran bu kavim en az İsa’dan önce üçbin yıllarından günümüze kadar varlıklarını korumuşlardır. İnka (İn + ka), “İn akrabası, İn yurttaşı” demektir. “İn” sözcüğü, bilinen “magara, yuva” anlamında Anadolu’da kullanılmıştır. Karain “Kara + in” mağarası, İnsuyu (İn + suyu) mağarası gibi. “Ka” sözcüğü, kavim adlarından “akraba soy” bildiren sözcük olarak sık sık kullanılmıştır. “İn + ka” adından başka, imparatorluklarının merkezi de Kuzko’dur ve “Kuz + ka” biçiminden gelmedir. Kas’larda da Kaşka (Kaş + ka) biçiminde kavim adları vardır. Kızılderili’lerin dilindeki bu tür adlardan başka, Amerika’daki Türkçe asıllı birkaç sözcüğü sıralamakta yarar vardır: Venezuella’nın merkezi Karakas “Caracasse=Kara + kas”, Bogota “Bug + Ata”, Guatamala (Gud + ata-mala), Alabama (Ala + al-a-ma=Beyaz ev), Kanada’da, Ayova, Ottava gibi Türkçe asıllı yer adları Kızılderililerin çoğunun kökenini açıklar. Ayrıca Güney Amerika’daki Aztek’ler, Guzmen, Kuzmen, Kuzak (Kuz-ak’Kaz-ak) gibi soy bildiren adlar da Türkçe asıllıdır. New York yöresindeki Kızılderili bir kabile başkanı bir gazeteciye dip atalarının “Kuşata” olduğunu açıklamıştır ki bu örnek de Eti’lerle aynı kaynaktan gelmektedir.
5) Amerika’daki Niyagara (Niagara) şellalesi de ‘ig = su” sözcüğü ile kurulmuştur. “Ni”, sözcüğü “ne” sözcüğünün aslıdır. Niyagara sözcüğü Ni + ig + ar-a = Ni + y-ıg-ar-a biçiminde açıklanır, anlamı “ne sular, ne güzel sular” demektir. “Nikaragua” sözcüğü de aynı biçimde kurulmuştur. “Ni + kara-guva”, “ne karalar, ne güzel topraklar” demektir. “-guva” ülke, kent bildiren ektir, “-guvay biçimi de vardır; “Paraguvay” adında olduğu gibi.